Albert Camus İnsanı Olmak/ Muhammed Murat

albert camus sanabanabilgi

Her ne kadar edebiyat, sanat ya da bizler gibi kedersiz insanlar, varoluşçu filozof desek de Albert Camus insanı olmak başkadır. Kendisini hiçbir zaman “varoluşçu” olarak ifade etmeyen bir yazardır. Fransız olmasından öte bir insan olmayı kendisine düstur edinmiştir. Evet, bu yazımda Albert Camus üzerine düşünmeye çalışacağım. Bu cümle bile aslında ne kadar büyük bir zorluğun içerisine kendimi attığımı gösteriyor. Ancak yine de bu büyük iddianın arkasında olmaya devam edeceğim. Fransız yazar ya da kimilerine göre filozof olan Camus, 1957 yılının Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştı. Bununla birlikte belki de hayatının en basit ve önemsiz olayı buydu. Çünkü çok daha fazlasını istiyor, gençliğinden gelen soruları yanıtlamakla zamanını geçiriyordu.

Kısaca Albert Camus Kimdir?

Kısaca bahsetmem gerekirse anne tarafı İspanyol olan Albert Camus, Cezayir taraflarında dünyaya gelir. Fransız sömürgesi bir bölgede fakir bir çocuk olduğunuzu düşünürseniz daha iyi anlamanıza yardımcı olur. 1914 yılında babasının Dünya Savaşı’nda ölmesi sonrasında ise bambaşka bir dünyaya geçer. Annesinin tek amacı oğlunu okutmak olduğu için evlerde hizmetçilik yapmaya başlar. Annesini bu konumda görmesi ise Albert Camus değişimini beraberinde getirir.

Okumayı kendisine tek hedef seçerken üniversite zamanlarında ise belalar peşini bırakmadı. 1930 yılında yakalandığı verem hastalığı yüzünden tam altı yıl sonra mezun olabildi. Sonrasında ise Fransız Komünist Partisi ile bağlar kurdu. Ardından Marksist bir öğretiler cenneti içerisinde gelişti. Ancak Troçki suçlamaları Camus’nun başına yine bela oldu. Komünist rejimin istemediği kişi haline geldi ve kovuldu. Daha özgürlükçü bir anlayışı savunduğu için bir kez daha kapı önüne kondu Albert Camus. Sonrasında aşık olduğu Simone ile evlendi. Ancak bir morfin bağımlısına aşık olmanın tüm acılarını tattı. Verem geçirdiği için askerlik yapamadı. Üstüne kurduğu tiyatronun kapanması da bir kez daha işleri tersine götürdü.

Pasifist Camus

Her attığı adımın kötü neticelenmesi canını sıkıyordu ki dergilerde yazmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı çıkacağı söylentilerine karşı yazılar yazdı. Hiçbir şekilde savaşın olmasını istemediği belirttiği için korkaklıkla bile suçlandı. Sonrasında Alman karşıtı Fransız direniş grubunu destekledi. Hem yazıları hem de söylemleriyle halka moral oldu. Ancak elbette ki insan hakları üzerine çalışmaları çok daha değerlidir.

Yabancı ya da Başkaldıran İnsan gibi eserlerinde hep insanı merkeze aldı. Sistemleri ya da öngörüleri değildi değerli olan. Sartre başta olmak üzere birçok sol görüşlü insanın bile tahammül edemeyeceği kadar insani şeyleri benimsedi.

Albert Camus İnsanı Nasıl Tanımlar?

Defterler isimli bir kitabı ortaya çıktığında herkes gibi bende çok şaşırdım. Çünkü günlük olarak yazdığı bu içeriklerin basılmasını istemedi. Basit bilgiler ya da iç dökme olarak yorumlanmasını daha doğru bulurdum. Ancak buradaki bilgilere baktığımızda Albert Camus insanı nasıl görüyor sorusuna cevap buluyoruz. İnsan Hakları Bildirgesi için büyük çalışmalar ortaya koydu. İspanya’nın diktatör rejimi Franco’nun BM kabulüne bile en sert tepkiyi yine Camus verdi. UNESCO çalışmalarını durdurması ve devamlı idama hayır demesi de bunları gösteriyor. Hayatı boyunca hep pasifist anlayışında olması da yine bir başka önemli konudur.

Kendisiyle Çelişme Hakkı

İnsan Hakları Beyannamesi içerisinde iki hakkın unutulduğunu belirten Albert Camus, kişinin kendi kendisiyle çelişmesini ve başını alıp gitme hakkı olduğunu dile getirir. Hayatı boyunca insanlarla mücadele etmekle geçen bir ömrün bunları dile getirmesi ne kadar muazzamdır. Bir insanın elbette kendisiyle çelişme hakkı vardır, bunu uygulaması gerekir. Bundan kaçmak ya da görmeden yaşamakla insan, doğruyu asla bulamaz.

Başını Alıp Gitme İsteği

Her şeyi bir kenara koyup gitme hakkına sahip olmayı da kim istemez ki? İşte, Albert Camus insanı olmak aslında bir mücadelenin içerisinde yapayalnız hissetmektir. Hayatı boyunca sadece insanlarla değil, en büyük savaşını kendiyle vermiş birisidir. Başını alıp gitmekten sanıyorum ki aklını da bırakmayı kast ediyor. Bir dönem Fransız şehirlerini terk edip Cezayir’e gitmesini böyle yorumlamak doğru olur. Ancak memnun olmamış olacak ki Paris’e geri döner.

İnsanın her daim aynı düşüncelere sahip olması ve hep aynı duygularla hareket etmesi söz konusu değildir. Böyle bir insanın yaşıyor olması bile büyük bir yüktür. Yenilenen insana dair bu hakları vermek ve yargılama olmadan yaşam sürmesini sağlamak da bir zorunluluk olabilir. Eğer gerçekten insan hakları diyorsak bunları koymamız gerektiğini bizlere Albert Camus gösteriyor. Hayatını isyanlar, ayaklanmalar, savaşlar, hastalıklar, ölümler ve kayıplarla geçiren bir insanın insana dair değerini öğretmesinden başka bir şey değildir bu.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir